Ataerkilliğin Duygusal Prangaları: Erkekler ve Toplum Üzerinde Bir Yük

Ataerkil yapının herkesten, özellikle de erkeklerin kendilerinden aldığı en büyük bedellerden biri, bu ‘duygusal baskılama’dır. Ataerkil bir sistemde, kadınlar genellikle duygunun somut hali olarak görülürken, erkekler mantığın sembolleri olarak kabul edilir. Doğal olarak, mantık altın bir tepsiye konulup duygu ‘zayıflık’ olarak algılandığında, erkekler zor bir durumda kalır. Öfke veya güç dışında bir şey ifade ederlerse, hızla ‘zayıf’ veya ‘kadınsı’ olarak etiketlenirler.

Bu bağlamda, hem erkekleri kontrol eden hem de erkeklerin başkalarını kontrol etmek için kullandığı ‘utanç’ adlı son derece etkili bir araç vardır. Bunu psikolojik bir virüs olarak hayal edin: hem konakçıya zarar verir hem de başkalarına yayılır. Utanç, diğer duyguların üzerine bir toprak ve harç tabakası gibi davranarak, ‘Üzgünüm’, ‘Stresliyim’ veya hatta ‘Mutluyum’ demeyi imkansız hale getirir, çünkü buna yer yoktur. ‘Erkekler duygu göstermemeli’ düşüncesi o kadar yerleşmiştir ki, erkekler yavaş yavaş sadece öfke veya hiddet ifade etme hakkına sahip olduklarını hissederler. Diğer duygular utanç verici sırlar veya yasak lekeler haline gelir.

Sonra ne olur? Zihinleri yavaş yavaş kapanır. Baltayla şekillendirilmiş peynir blokları gibi olurlar, hassas ve renkli yönleri kesilip yeniden şekillendirilir. Uzun vadede, başkalarıyla empati kurmaktan ziyade, nasıl hissettiklerini bile bilmeyen insanlara dönüşürler. Ruhları düz bir çizgi haline gelir: ne inişler, ne çıkışlar, ne farklılıklar, ne çeşitlilik—depresyona veya hatta aleksitimiye benzer bir şey, bireylerin duygularını tanımlamak ve ifade etmekte zorlandıkları bir durum.

Bunun tersine, toplum tuhaf bir şekilde onlardan nazik, şefkatli, anlayışlı ve dikkatli olmalarını bekler. ‘Sen evin erkeği değil misin? Neden sevecen değilsin?’ diye sorarlar. Peki, kovalarınız baştan kırmızı ve siyahla doldurulmuşsa ve başka renk göstermemeniz söylenmişse, aniden mavi ve yeşilleri nasıl çıkarabilirsiniz? Gerekli araçlara sahip miydiler? Duygu yelpazesini deneyimleyebilecekleri bir ortam var mıydı? Onlara yeterli kaynak ve eğitim sağladık mı? Yoksa sadece ‘Erkek ol, duygu gösterme’ deyip sonra çiçekli bir cennet gibi davranmalarını mı bekledik?

Sorun şu ki, ataerkillik kendini mantıkla haklı çıkarır, ancak sonucu duygusal ihtiyaçları felç eden tek boyutlu bir varoluştur. Ve bu sadece erkekleri yok etmez; kadınları ve herkesi etkileyen kısır bir döngü yaratır. Sonuçta, bir erkeğin uykuda bir savaş ejderhası olmasını bekleriz, ancak aynı zamanda barış ve sevgi yeteneğine sahip olmasını da bekleriz. Peki, bu ikiliği öğrenebilecekleri bir ortamı gerçekten yarattık mı? Yoksa gözünde bir damla yaş belirdiğinde ‘kadınsı’ olarak etiketlenip utanmaları için onları sadece baskı altına mı aldık?

Bu nedenle, nazik, empatik ve geniş bir duygu yelpazesine sahip erkekler istiyorsak, öncelikle bu duygusal baskılamayı sona erdirmemiz gerektiğini kabul etmeliyiz. Onlara duygu göstermenin zayıflık olmadığını, insan olmanın bir boyutu olduğunu öğretmeliyiz. O utancı toplumdan eski bir virüs gibi çıkarmalı ve yerine anlayış, eğitim ve duyguları ifade etmek için güvenli bir alan koymalıyız. Aksi takdirde, aynı eski hikaye devam eder: dışarıdan güçlü ve mantıklı görünen, ancak küllerin altında her an patlayabilecek veya çökmeye hazır bir bomba gibi olan erkekler.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top